8 Eylül 2020 Salı

Kendini "SEN" kandırıyorsun !

       

Çevremizde gerçekleşen olaylar, çoğunlukla bizim algıladığımız şekildedir. Yani gerçeklikten uzaktır. Hayata, kendi düşüncelerimizin, kafamızdaki kalıpların oluşturduğu sisli bir pencereden bakarız. Olayları görmek istediğimiz gibi görür, olmasını istediğimiz gibi oldurmaya çalışırız  Bir de bunun üzerine kendimizi haklı çıkarmak adına, kendimizi avutmak için bazı kanıtlar bulmaya çalışırız. Ve bu yanlış algının, yanlış olduğu gerçeğiyle yüzleşmemek için de daima kendimizden kaçarız.

Çevremizdeki insanları tanırken bile, aslında onları tanımaktan çok kafamızda hayal ettiğimiz şekilde görürüz. Kişinin hareketlerini de bu hayale uyduracak biçimde kendimize göre yorumlarız. Bu kendimizi kandırmak değil de nedir ? Neden insan bunu kendine yapar, kendini kandırır ?

Ben söyleyeyim cevabı, mutlu olmak için... 

Mutluluğu kişilerde, olaylarda aradığımız için. Ama hiç bilmiyoruz ki, mutluluk bakış açımızdadır. Ama doğru bir bakış açısında. Sisli, kirli bir pencere de bir bakış açısıdır, tertemiz bir pencere de. Hatta dorukların zirvesine çıkıp, en yüksekten bakmak da arada hiç bir pencere olmadan..

Önemli olan hayata, gerçeklerle yüzleşmekten kaçmadan, mutluluğun kendimize olan sevgide, değerde, yaşama arzusunda olduğunu bilerek bakmayı başarabilmektir.

Acının da, tatlının da, hüznün de, mutluluğunda yaşama dair olduğunu ve bunları olumsuzluk olarak değil de yaşanması ve olması gereken duygular olarak kabul edip, hepsini hakkıyla yaşamayı başarabilmeliyiz. Ama biz insanlar hiç üzülmek istemiyoruz, hiç canımız yanmasın, her şey güzel ve istediğimiz gibi olsun..

Ama bu hayatta her şey zıttı ile var olabiliyor. Yani birinin varlığı diğerinin yokluğuna bağlı. Tıpkı karanlığın var olabilmesi için ışığın yok olması gibi. Mutluluk olabilmesi için, hüznün olmaması, hüznün olabilmesi için de mutluluğun olmaması gibi.

Hayat ve ölümde bu ilkeye dahildir. Bunu Lucretius;

"Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum, o halde korkacak ne var ?" sözüyle çok güzel açıklıyor aslında..

Bu nedenle mutluluğu ararken hüzünden kaçınmak ne kadar anlamsız. Mutluluğu anlayabilmem için önce hüznü yaşamalıyım. Kazanmanın hazzını anlayabilmem için, önce hakkıyla kaybetmeyi öğrenmeliyim. Sizce hiç düşmemiş biri, hakkıyla ayakta durabilmenin mutluluğunu tam manası ile yaşayıp, anlayabilir mi ?

Hayata dair bakış açımızı düzeltirken ilk yapmamız gereken şey, hakkıyla kendimizle yüzleşmek ve şu soruyu kendimize sorup, cevabını verebilmektir;

"Ben hayata nasıl bakıyorum, olayları nasıl yorumluyorum ve bu yorumlar ne kadar gerçekçi ?"

Bu soru sizi rahatsız edecek. Eğer hayatı gerçekten görmek isteyip de bakış açınızın gerçekliğini sorgulamaya başladığınız da, aslında bir çok şeyin anladığınızdan farklı olduğunu görmekya da bunun olabilmesi ihtimalini düşünmek bile sizi rahatsız edecek. Çünkü konforlu alanınızdan, kendinize yarattığınız dünyadan çıkıyorsunuz. Size bunu güzel bir örnekle açıklayarak yazımı sonlandırmak istiyorum..

 Hoşlandığınız, çekici bulduğunuz bir kişi var ve onun sizi çok sevmesini istiyorsunuz. Karşınızdaki insanın yakınlığını ve samimiyetini de bu arzunuz doğrultusunda yorumluyorsunuz. Mesela size içten bir gülümsese bundan anlam çıkarmaya hazırsınız. Çünkü onu arzuluyorsunuz. Acaba o da benden hoşlanıyor olabilir mi ? Bana gülümsedi, bana samimi davranıyor. Ama belki de karşınızdaki insan sizi sadece arkadaşı gibi görüyordur.

 İşte bu bakış açısının ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulamak, gülümsemek veya biraz samimi davranması gerçekten benden hoşlanıyor olduğu anlamına mı gelir diye düşünüp, daha iyi kanıtlar aramak ilk başta sizi rahatsız edecektir.

Veya karşınızdaki insanın size karşı sizinle aynı duyguları beslemediğini bildiğiniz halde, belki bir gün sever beni diye beklemek de sizin gerçeklerden kaçıp, kendinize umut vererek bir konforlu alan yaratmaktan başka bir şey değildir..

Yani başta kabul edip yaşamamız gereken acıyı yaşamaktan kaçarken, kendimize yaşatacağımız daha büyük acıların temelini attığımızın farkında bile değiliz.

Çünkü duygularımızla hareket edip, olayları istediğimiz gibi yorumlayarak kendi hayatımızı zihnimizde yaratmak daha kolaydır. Ama bu kendimizi kandırmak, umutlanmak, daha büyük acıların temelini atmaktan başka bir şey değildir. Bu yorumlamaları yapıyor olduğumuzun ve konfor alanımızın dışına çıkmaktan korktuğumuzun bile çoğu zaman farkında değiliz. O yüzden fark etmek, soru sormakla ve mantığımızı da yanımıza katarak, kendimizle yüzleşerek, bulacağımız cevaplardan korkmamak ile başlar.

"Benim bu düşüncem gerçek mi, yoksa görmek istediğim bir illüzyon mu ?"


Şevval Taşdemir



Kendini "SEN" kandırıyorsun !

        Çevremizde gerçekleşen olaylar, çoğunlukla bizim algıladığımız şekildedir. Yani gerçeklikten uzaktır. Hayata, kendi düşüncelerimizin...